6 Aralık 2017 Çarşamba

Kültür Mantarı 10. Sınıf Aralık 2017

Kültür Mantarı ödevinin verilmesinin üçüncü senesinin ilk döneminde gittiğim mekanlar ve katıldığım etkinlikler; Kahve Festivali, Mardin'deki Deyrulzafaran Manastırı, Kitap Fuarı, Selanik Gezisi ve YGA İnovasyon Zirvesi olarak adlandırılabilir. Aşağıda bu mekan ve etkinlikler hakkında yazdığım gözlem yazılarını bulabilirsiniz.

Kahve Kokulu Festival

Tarih sıralamasına göre ilk gittiğim Kültür Mantarı etkinliği İstanbul Kahve Festivali'ydi. 22 Eylül 2017 Cuma günü, bu sene ikincisine gittiğim festivalin 2. seansına katıldım. Katılımım, okulumdan arkadaşlarım; İlke İkizdoğan, İrem Koç, Ege Baykal Sezen, Alp Yazıcı ve Ege Cem Güldütuna ile beraber oldu. Birlikte, birbirinden farklı kahve dükkanlarının standlarında türlü kahve çeşitlerini tatma fırsatı bulduk. Kahve içmeyi seven biri olarak; yeni kahveler tadarken özellikle yanımda sevdiğim arkadaşlarımın da olması, geçirdiğim anın tadını doyasıya çıkarmamı sağladı. Zaten atmosferini geçen seneden tanıdığım bu festivalin kahve standlarının çeşitliliği açısından kendini geliştirmesi ve yeni kahve atölyelerini katılımcılarla buluşturması festival hakkında hoşuma giden ve beni geliştiren unsurlardan oldu. Hayatımın en güzel anlarından biri olarak nitelendirebileceğim bu festivalin atmosferini, kahve seven sevmeyen herkesin en az bir kere yaşamasını tavsiye ederim.



Mardin'de Bir Manastır


30-31 Ekim (Cumartesi-Pazar) 2017 tarihleri arasında annem, babam ve arkadaşları olarak Mardin'e yaptığımız gezide, Deyrulzafaran Manastırı'nı görme fırsatı bulduk. Manastırdan biraz bahsetmek gerekirse, 5. Yüzyılda yapılmaya başlanıyor ve 18. Yüzyılda günümüzdeki halini alıyor. Manastır, ilk önce Romalılar tarafından kale olarak kullanılsa da, Romalılar bölgeden gidince bazı aziz cesetlerinin buraya getirilmesiyle manastır statüsüne dönüşmüş.  Kendine öz mimarisi (kemerli sütunlar, taş nakışları, kubbeler) ile matbaanın bölgeye getirilen ilk mekan unvanını kazanıyor. Dönemdeki patrik 4. Petrus, İngiltere’ye gezisinde matbaayı görüp Osmanlı’ya getirmesiyle birçok Türkçe, Osmanlıca ve Arapça eserler bastırılıyor. Günümüzde hala Süryani kilisesi adı altında eğitim vermekte. Öyle olacak ki orada bulunduğum sürede bir papaz ile tanışma ve Hıristiyanlık üstüne sohbet etme fırsatı yakaladım. Ek olarak, burada Mardin’in özel baharatlı çayını ve hurmalı kurabiyesini tatma imkanı buldum. Manastıra yaptığım ziyaret hakkında genel bir yorum yapacak olursam, burada öğrendiğim tarihi ve yerel bilgiler, benden farklı din inancına sahip insanların görüşlerini öğrenmek- kısacası farklı bir deneyim yaşamak; bu ziyaretin en sevdiğim kısımlarıydı. Mardin'e yolu düşen herkesin, bu manastıra uğramadan kendi şehirlerine dönmemelerini rica ediyorum. Pişman olmayacaklar.

Ayrıca Mardin gezisinde çektiğim görüntülerden oluşturduğum gezi videosu, bu linkten bulunabilir:

 https://www.youtube.com/watch?v=PikSVocQbFo




Kitap Dolu Bir Pazar

12 Kasım 2017 Pazar günü, her sene düzenlenen Tüyap Kitap Fuarı'na annem ile beraber katıldım. Gün boyunca farklı yayınevilerini dolaşıp yeni kitaplar keşfedip satın alma imkanı bulduğum bu fuarda, her ne kadar kitap kokusunu içime çekip kendi zevkime uygun kitaplar bulmayı sevsem de hoş vakit geçirdiğimi maalesef söyleyemeyeceğim. Bunun sebebi, fuar alanının çok kalabalık olması. Birçok insanın aynı anda, aynı standa yönelmesiyle yahut fuar alanında bulundukları salonları akınlar halinde değiştirmeye çalışmasıyla ortaya dayanılmaz bir görüntü ve deneyim çıkıyor. İnsanların itişip kakışması, insanı doya doya standlarda kitap karıştırmasını olanaksız hale getiriyor. Dolayısıyla, fuar alanına saat 12.00 civarı gitmemden ötürü, muhtemel olarak karşıma çıkmış bu problemi; önümüzdeki sene, kendi adlarına önlemek isteyenler için daha erken bir saatte orada olmalarını tavsiye ediyorum. Daha erken bir saatte, fuardan daha fazla hoşnut kalmanız olasıdır.




Yunanistan'ın Selanik'i

15-16 Kasım tarihlerinde; Yunanistan'da bulunan Selanik şehrini, annem ve babam ile ziyaret etme şansım oldu. 15 Kasım'da, araba ile İpsala sınır kapısından geçerek yaklaşık olarak yedi saatte ulaştığımız şehire ilk geldiğimizde yaptığımız şey, Anatolia Otel'e gidip odamıza yerleşmek oldu. Odamıza yerleştikten sonra kendimizi Selanik sokaklarına attık. Saat de geç olmaya başladığından, ilk iş karnımızı doyurmaktı. "Meze" adlı bir balık restoranına gittik. Fazla Türk müşterisi olacaktı ki Türkçe menülere de sahiptiler. Bolca kalamar söyleyip karnımızı doyurduk. Çalışanların da canayakınlığı ile güzel bir akşam geçirmiş olduk. Restorandan çıktıktan sonra; sokaklarda, yağmurun altında şehri keşfetmek istedik fakat rüzgarın şiddetinin artması ile kaldığımız otele geri dönmek zorunda kaldık. Ertesi gün; kahvaltıdan sonra ilk yaptığımız şey Atatürk Evi'ni ziyaret etmekti. Ev, Mustafa Kemal Atatürk'ün doğduğu mekan özelliğini taşımak ile birlikte, içerisinde o dönemden kalan pek çok detaya yer verilmişti. Herkesin sandığı aksine; içerisindeki eşyalar Atatürk'e ait değil ve evin müzeleştirilmeden önce, başka birine kiralanmasından dolayı hiçbir orijinal eşya kalmamış. Buna rağmen, yine de eşyaların orijinalmiş gibi hissettirilmesi bence sağlanmıştı ve yeterliydi. Evi ziyaret ettiğimdeki duyguyu anlatmak gerekir ise ülkemin kurucusu Ata'mın evini görmek beni gururlandırmıştı.
Buradan da çıkınca, müze müze gezmektense Selanik insanının yaşayışını ve günlük hayatlarını daha çok öğrenme ve gözlem amacıyla ilk önce arabayla şehir turu yapıp daha sonra ise güneşli havanın da yardımıyla sokaklarda dolaşıp deniz kenarındaki ünlü Aristotelus Meydanı'nda bir kafeye oturduk. Bu meydan, Selanik'in Taksim Meydanı gibi olduğundan, insanlarını inceleme fırsatımız oldu. Saat 17.00 civarı, İstanbul'a dönmemize bir buçuk saat kala, boş midelerimizle yola çıkmamak için tekrardan o çok sevdiğimiz "Meze"ye uğradıktan sonra, saat 18.30'da otelden çıkışımızı yapıp İpsala'ya doğru yola çıktık. Saat 02.00'de İstanbul'da, sıcak yuvamdaydım. 

Genel olarak geziyi değerlendirmem gerekirse, kısa bir süreliğine (iki gün) şehirde bulunmak zorunda kalmak kötüydü çünkü görmek isteyip göremediğim birçok yer vardı. Şehiri ve insanları değerlendirmek gerekirse, Yunanların, Türklerden tek farkları Yunanca konuşmalarıydı. Şehir yapısı bile İzmir'e benziyordu. Ev mimarisi, ev renkleri (genellikle açık renkler), bina uzunlukları ve deniz kenarındaki yürüme parkurları ile tıpkı İzmir'in kordonuydu. Ana hatlarıyla sevmiş olduğum bu şehire gelmek isteyenlere gelmemesi gerektiğini söyleyemem fakat önceliklerini farklı ülkelere vermelerini öneririm eğer farklı bir kültürle karşılaşmak istiyorlarsa zira bahsetmiş olduğum üzere komşularımızla birçok kültürümüz ve huyumuz ortak.






YGA: İnovasyon Zirvesi

25 Kasım 2017 Cumartesi günü, elemelerden geçerek katılmaya hak kazandığım YGA liderlik okulunun düzenlediği İnovasyon Zirvesi'ne katıldım. Zirve, Zorlu Performans Sanatları Merkezi'nde gerçekleşti. Saat 09.00'da başlayıp 18.40'ta sona eren zirvede; Ali Koç, Murat Özyeğin, Kaan Terzioğlu, Olcayto Yiğit gibi konuşmacılara yer verilmişti. Konuşmalar genellikle başarı hikayeleri üzerine olup vicdan, donanım, yenilik, inovasyon, değişim temalarına vurgu yapılmıştı. Kendi adıma konuşmak gerekirse, Zirve ilham vericiydi. Kendi alanlarında başarıya ulaşmış ve lider insanlardan birebir hayat yolculuklarını dinlemek ve dersler çıkarmak, bulunamaz bir fırsattı. Tek olumsuz tarafı, yaklaşık on saat sürmesinden dolayı, zirvenin sonlarda ortaya çıkan dikkat dağınıklığıydı. Bunun için naçizane önerim, gelecek sene bu zirvenin iki oturuma bölünmesi. Tüm bunların dışında, öncü insanların yolculuklarını bizzat kendilerinden dinlemek isteyenlere seneye YGA'ya başvurmalarını öneriyorum. Hayata olan bakış açınızı değiştireceğine ve ufkunuzu açacağınıza eminim.









Hiç yorum yok:

Yorum Gönder